TL Aşırı Değerli mi? Ne Kadar Gerçekçi?
Türk Lirası (TL), Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) bazında reel değerinin 2015 yılından bu yana en yüksek seviyeye ulaştığını gösteriyor. Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) bazında da zirveye yaklaşmakta. Ancak bu hesaplamalar Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine dayanmaktadır. Peki, İstanbul Ticaret Odası (İTO) veya Enflasyon Araştırmaları Grubu (ENAG) gibi farklı enflasyon hesaplama kurumlarının verilerine dayanarak bir analiz yapsaydık, TL’nin durumu nasıl olurdu? Muhtemelen TL, bu durumdan daha değerli bir konumda değerlendirilirdi.
Ücretler döviz cinsinden tarihin en yüksek seviyesine ulaşmışken, döviz bazında bireylerin alım gücünün ciddi şekilde düştüğü bir gerçek. Yani, döviz enflasyonu, paranın menşei olan ülkelerden çok daha fazla bir artış gösteriyor. Bu durumun sebeplerinden biri de arsa ve gayrimenkul rantıdır. Dolayısıyla, hem küresel rekabetle yüzleşen sanayiciler hem de vasıfsız ücretli kesim, mevcut koşullarda büyük zorluklarla karşı karşıya. Değerli yerli para, enflasyonla mücadele açısından avantaj sağlarken, sanayici ve ihracatçılar açısından sorunlar yaratmaktadır. Çözüm ise maalesef düşük kur değil, rekabetçi olabilmektir.
Faiz ve Enflasyon Arasındaki Denge
Faiz oranları ve enflasyon, her ikisi de %2 seviyelerinde olsaydı, ne olurdu? Şüphesiz ki reel sektör daha rekabetçi bir hale gelecekti. Ancak asıl mesele, ne faiz ne de enflasyondur. Gerçek sorun; nitelikli eğitim, vasıflı iş gücü, yüksek teknoloji, katma değeri yüksek ürünler ve verimliliktir. Mevcut durumda bu unsurlar yeterli mi? Değilse, ne yapıyoruz? Değişim olmadan, ilerlemeyi bir kenara bırakın, mevcut durumu korumak bile giderek zorlaşmaktadır.
Yüksek enflasyon oranlarının beraberinde getirdiği yüksek faiz politikası, başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde faiz oranlarının artmasına yol açıyor. Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak güçlü olan şirketler dahi piyasadan TL cinsinden %45 faiz oranlarıyla borçlanabiliyor. Küçük ve Orta Boy İşletmeler (KOBİ) gibi diğer işletmelerin kullanabildiği kredilerin faiz oranları ise %50 seviyelerine ulaşmış durumda.
Kredi Piyasası Açısından Durum
Kredi piyasası açısından tek olumsuz haber, faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır. Bankaların kredi verme imkanları da büyük ölçüde azalmış durumda. Bunun en büyük nedeni, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) döviz kredilerine koyduğu %1’lik büyüme sınırıdır. Bu durum, döviz kredilerini adeta karaborsaya düşürmekte ve şirketler arası rekabet nedeniyle döviz kredisinin faizini artırmaktadır. Şirketler yeterince kredi bulsalar bile, mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcıların yatırım yapması hiç de kolay görünmüyor.
Yatırımcı, işletmesine koyduğu sermayenin getirisi olarak asgari düzeyde risksiz faiz oranı olan hazine kağıtları veya banka mevduatının getirisinden daha fazla bir kazanç sağlamalı ki yatırım yapmaya risk alsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azalması ve yüksek işsizlik sebebiyle bireylerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları, harcama konusunda daha temkinli olmalarına neden olmaktadır. Bu durumda, yatırım yapmak daha da zorlaşıyor.
Daha İyi Bir 2025 İçin Ne Yapmalı?
Hepimizin hatırlayacağı gibi, 2002-2008 yılları arasında da hem enflasyon hem de faiz oranları oldukça yüksekti. O döneme ve günümüzdeki duruma baktığımızda, en temel fark, o zaman enflasyonla mücadelenin bir numaralı ekonomik hedef olmasıdır. Eğer, artık çok iyi bildiğimiz ve ayrıntısına girmeye gerek olmayan yapısal reform sürecine hızla girer ve enflasyonla gerçek anlamda mücadele edersek, hem enflasyon hem de faiz oranları düşerek daha dengeli bir ekonomik patikaya oturacaktır.
Unutmayalım ki yatırımcının yatırım eğilimini belirleyen tek faktör faiz oranları değildir. Güven verici bir mesaj ve yeni bir heyecan, mevcut havayı aniden olumlu bir şekilde değiştirebilir.
Yazarın LinkedIn paylaşımlarıdır.